Pazartesi, Ağustos 04, 2008

TAŞINDIK

YAYINIMIZ DAHA ZENGİN İÇERİĞİYLE http://turkishraki.blogspot.com 'da DEVAM EDİYOR.

Cuma, Aralık 01, 2006

Rakı, balık ve Rembetika

Masada, iki yudum üstünden alınmış rakı bardağı, görüntüsü bozulmuş balık tabağı, peynir, yeşil salata, karşınızda Yunan adaları ve radyo dalgalarının hışırtıları arasından sıyrılmak isteyen Rum kadının içli sesi. Ne mi anlatıyor notalara söz olmuş şarkılarında? Umutsuzluğu, gurbet acısını, vatan özlemini...

Tarih 1900'lerin başı, Mübadele yılları, Yunanistan'da yaşayan Müslümanlarla Anadolu'daki Hıristiyanlar topluca ve karşılıklı göçe zorlanır. Her iki taraf da mallarını, mülklerini, alışkanlıklarını ve en önemlisi de doğdukları toprakları geride bırakarak dönüşü olmayan bir göçe doğru yola çıkar. İlk önce Yunanistan'ın Pire limanına yerleşir. Anadolu'da "Rum gavuru", Yunanistan'da "Türk tohumu" diye hor görülür. Göç ettiklerinde geçmişteki parlak günlerinden yadigar yalnızca kültürlerini beraberinde götürürler. Ancak kültürleri onları ayakta tutmaya yetmez, kendilerini büyük sefaletin içinde bulurlar, yaşamlarını da tekke, esrar ve hapis üçgeninde geçirirler. İşte bu rembetiko dedikleri müzik türünün doğuş hikayesi.

Kentlerde özellikle de Yunanistan'ın liman bölgelerinde, bizim ülkenin büyük bölümünü henüz ellerimizde bulundurduğumuz yerlerde, Türkiye'ye ait yörelerde, Yunan halk müziğinin yanında Türk müziğinin de çalındığı dönemde gelişti rembetika. Anadolu'da yıllarca dinsel hoşgörüye dayanan, dostluk duygusu içinde yaşayan iki toplum, din değiştirmeler, evlenmeler, kültürel etkileşimler yaşadı, dolayısıyla müziklerini de ayırmak pek mümkün olamıyor. (Rembetika, Gali Holst - Pan Yayınları) Bağlama ve buzukinin bu müzikteki birlikteliği iki kültürün yakınlığını gösteren en somut örnek. Müzikteki makamlar da tıpkı Türk müziğinde kullanıldığı gibi. Zaten Yunan müziği makamlarla Türk müziği sayesinde tanıştı, benimsedi. Gelenksel enstrümanları buzukiye gelince; kimileri göçle gelen bağlamanın bir versiyonu "bozuksaz" diyor, kimi de Batı enstrümanı lavta ailesi içine alıyor. Bu müzik türü de iki kültürün ürünü. Anadolu ve Yunan havası var her karesinde.

Aradan uzun yıllar geçti, rembetika müziğini icra eden eski rebetler hayata yavaş yavaş veda ederlerken iyi miraslar da bırakıyor. Genç kuşak ellerindeki mirası iyi koruyor. Türkiye'de de piyasaya çıkan "Today's Rebetiko Song" adlı albüm en güzel şarkıları bir araya almış. Buzukinin vokallerle birlikteliği müthiş, şarkıları dinlerken sözleri anlamasanızda keyfi ruhunuzu besleyecek kadar yoğun. Yıllarca acılara, özleme, keyfe, aşka, hatta içkiye meze olmuş bu müzik artık bir sembol.

Arzu Haksun Güvenilir
http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2003/02/03/yazarlar/yazarlar228.html

Çarşamba, Ocak 04, 2006

'Rakı içilir Kör Agop'ta'

...
Kumkapı'yı Kumkapı yapan meyhaneleri söz konusu olduğunda, akla tek bir isim geliyor; Agop İnciyan'ın "Kör Agop" meyhanesi. Agop İnciyan meyhanesini açmadan önce, büyükbabası ve babası gibi balıkçılık yapıyormuş.

İçkiye olan düşkünlüğüyle tanınan Agop Bey, dışarıda içki içmenin pahalı olması nedeniyle, meyhaneciliğe 1938'de Kumkapı sahilinde sandalda balık çorbası ve rakı satarak kendi zevki için başlamış.

Kumkapı'nın değişik yerlerinde 16 ayrı dükkânda kiracı olan İnciyan, kiracı olarak bulunduğu hiçbir dükkânı tam olarak benimsememiş; ya dar bulmuş ya da havasız. Meyhaneye gelen insanların genellikle gamlı ve kederli olduğunu, bunun için de binanın yüksek tavanlı olması gerektiğini söylermiş.

Hayalindeki meyhaneyi ancak 1983'te bulabilmiş. Geçen yüzyılın sonunda yapılmış, dış cephesi nakış işlemeli, tavanları yüksek ve volta döşemeli, 1883 yapımı Gümrük Binası'ndaki bu dükkânı görünce, varını yoğunu vererek satın almış.

Ancak kısa bir süre sonra Agop İnciyan hastalığa yenik düşerek hayata gözlerini yummuş. Oğlu Hayko, işleri devralmış; o da altı sene geçmeden bu dünyadan ayrılmış. Şimdi, Hayko Bey'in eşi Silva Hanım ve oğlu Daniel altmış altı yıllık aile geleneğine gözcülük ediyorlar...

Laura AVADAR
http://www.bianet.org/2004/09/24/43269.htm

Pazar, Temmuz 31, 2005

Hamsiyle en iyi rakı gider

Hamsinin kitabı

Deniz Gürsoy'un yazdığı "Denizin Çıtırı Hamsi"de bu lezzetli balıkla ilgili öyküler ve pek çok tarif bulunuyor.

Hamsiyle en iyi rakı gider

Yeme içme kültürüne yönelik kitaplarıyla tanınan Deniz Gürsoy yeni çıkan kitabı "Denizin Çıtırı Hamsi"de bu lezzetli balıkla ilgili hikayelere ve pek çok ülkeden yüzlerce tarife yer veriyor.

Dört tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde balık çeşiti de oldukça bol. Durum böyle olunca da her mevsim bir kaç çeşit balık bulmak mümkün. Bu kadar çeşit içinde tavası, buğulaması, ızgarasıyla sofralardaki itibarını kimseye kaptırmayan hamsi, şimdi de bir kitaba konu oldu. Yeni çıkan "Denizin Çıtırı Hamsi" kitabının yazarı Deniz Gürsoy'a "Neden hamsi?" diye sorduk. O da şöyle yanıt verdi; "Gördüm ki ülkemizde tutulan balıkların tamamının üçte ikisi hamsi. En ucuz balık da o." Ancak hamsinin sanıldığı kadar geniş kitleler tarafından tüketilmediğini söyleyen Deniz Gürsoy sözlerine esprili bir şekilde devam ediyor; "Sadece Kuzey ve Marmara kıyı halkı ve biraz da Ankara'da tüketiliyor. O kadar. Geriye kalanı ile tavuk yemi ve gübre yapılıyor. Hıristiyan ülkeler Agop'un kazı gibi domuz yiyip besleniyorlar. Aşırı proteinden gut hastalığı yaygınlaşmakta. Oysa, Müslüman çoğunluğu olan ülkemizde beslenmede hayvansal protein pahalı olduğu için halkımız bolca tahıl yiyip, karbonhidrat rejimi yapıp, et kafa oluyorlar. Sonra, birkaç Alman profesör çıkıp da 'Türkler'in zekası kıt' deyince bozuluyoruz. İş bana düştü... Oturdum hamsiyi geniş kitlelere tanıtacak, bol çeşit yemeklerinin tarifini halkımıza öğretecek bir kitap yazdım. Şaka bir yana ülkemizde hamsi çok ucuz bir protein kaynağı ancak yeterince yaygın tüketilemiyor. Yaygın tüketilir olmasına bir katkım olur düşüncesiyle hareket ettim."

EN ÇOK PERU'DA YAYGIN
Kitabın konusu hamsi, hamsi de Karadeniz'le özdeşleşmiş bir balık olduğu için kitabın yazarı Deniz Gürsoy'un da Karadenizli olduğu akla geliyor. Ancak Deniz Gürsoy İstanbullu olduğunu söylüyor ve kitabını okuyan Trabzonlu yetkililerden fahri hemşehrilik beratı bekliyor. 1949 İstanbul doğumlu olan Gürsoy, 1972'de Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümünü bitirmiş. 1992 yılından bu yana Sofra Yemek ve Üretim ve Hizmet A.Ş.'deki Genel Müdürlük görevine devam ediyor. Bugüne kadar yemek kültürüne ve sanayine yönelik çok sayıda kitap yazmış olan Gürsoy, renkli kişiliğiyle dikkat çekiyor. Deniz Gürsoy yüzlerce tarife yer verdiği son kitabında, hamsinin yurtdışında da çok yaygın olduğundan sözediyor. Zaten kitaptaki tarifler Fransa, Venezüella, Rusya, Sardunya, İtalya, Yuanistan mutfaklarından özenle seçilmiş. "Halkımız hamsiyi sadece ülkemizin Karadeniz sahillerinde çıkar gibi düşünüyor. Oysa, kitabımda görüleceği üzere başta Peru olmak üzere Şili, Japonya, İspanya, Portekiz, İtalya, Libya gibi pek çok ülkede var" diyen Gürsoy sözlerine şöyle devam ediyor: "Dünyanın her denizinde hamsi var. Ama buralarda fazla çıkıyor. Örneğin, Peru dünyada en fazla hamsi tüketen ülke. Bizim avladığımızın 6-8 katı kadar avlanıyor hamsi bu ülkede. İşte bu sebeple bütün dünyadan tarifler koydum kitaba." Daha çok orta halli evlerin hafta sonu mönülerini süsleyen hamsiye, neden lüks balık restoranlarında pek fazla rastlanmadığını sorduğumuz Gürsoy, şöyle yanıt veriyor: "Hatırlayacaksınız, rakı üç-beş yıl öncesine kadar avam içkisi olarak biliniyordu. Daha Cabernet Sauvignon'u doğru telaffuz edemeyen züppe yeni zenginler sanki Osmanlı paşası torunuymuş gibi şarap içip aristokrat olduklarını sanıyorlardı. İşte hamsi de aynı zihniyetin kurbanı. Şu anda İstanbul'da Karadeniz lokantaları, salaş meyhaneler, salaş boğaz balıkçılarında bulabilirsiniz. Ucuzluğundan "ucuzsa adam değildir" bağnaz görüşü kemikleşmiş. Hatta bir meyhanede adını "Dudullu Eşrafı" koymuşlar. Nedendir bilmem. Zaten bu kitabı okuyunca göreceksiniz bu hamsi, kalkan çekişmesini. Her ikisi de aynı köyün çocukları (Karadeniz) ama biri malı götürmüş ve ona beyefendi diyorlar." Hamsinin tadına varabilmek için neler yapılması gerektiği ve lezzet adresleri konusunda ise Gürsoy: "Birincisi mevsimi uygun olmalı. İkincisi ise yapılışındaki maharet. Ben, İstanbul'da Pafuli ve İmroz'da. Ankara'da Kumsal'da, Amasra'da Canlı Balık'ta. Bir de hamsiyle rakı çok iyi gider" diyor.

Neslihan TUNÇ

Cumartesi, Mayıs 28, 2005

Balık, rakı ve helvayla tanıtılacak

Deniz ürünlerinde tanıtım atağına geçen Türkiye, ilk kez katılacağı Avrupa Su Ürünleri Fuarı’nda, balığıyla birlikte sofra kültürünü de tanıtacak.

İzmir - Avrupa Su Ürünleri Fuarı’nda kurulacak stantta, Türk Deniz Ürünleri Mutfağı oluşturulacak. Türk yemek kültürüne göre hazırlanan balıklar, ziyaretçilere rakı, Türk şarabı ve helvayla birlikte sunulacak.

Avrupa Su Ürünleri Fuarı’nın milli katılım organizasyonunu yapan İstanbul İhracatçı Birlikleri Genel Sekreterliği’nden alınan bilgiye göre, sektöründe dünyanın en büyük fuarı olan ve Brüksel’de düzenlenecek European Seafood Exposition 2005 Fuarı’na, Türkiye 12 şirketle katılacak. Türk su ürünleri sektörünün bir çıkarması olarak planlanan fuarda çipura, levrek, orkinos, alabalık, karides, kalamar gibi ürünler sergilenecek.
Fuarda Türkiye’nin sadece deniz ürünleri değil, turistik tanıtımının da yapılması amaçlanıyor. Fuarda dünyanın dört denize sahip tek ülkesinin Türkiye olduğu, sloganlar, bilboard ilanları, kataloglar ve promosyon malzemeleriyle vurgulanacak. Reklamlarda ayrıca değişik türlerden birer parça balığın oluşturduğu dörde ayrılmış balık animasyonu kullanılacak. Türkiye standında denizlerle birlikte tarihi ve turistik bölgelerin de tanıtımı yapılacak.

TÜRK MUTFAĞI
Fuar alanında kurulacak stantta Türk Deniz Ürünleri Mutfağı oluşturulacak. Türk yemek kültürüne göre hazırlanan balıklar ziyaretçilere sunulacak. Ayrıca Türk sofra kültürünün de tanıtılacağı fuarda balık, tüm ziyaretçilere rakı, Türk şarabı ve helvayla birlikte sunulacak.
26-28 Nisan 2005 tarihleri arasında Brüksel Fuar Merkezi’nde düzenlenecek fuara 71 ülkeden bin 300 firma katılacak. Fuara 25 bindenfazla ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.

KIZILTAN NE DİYOR?
Ege Canlı Hayvan Su Ürünleri ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Sinan Kızıltan, fuarın Türkiye’nin sektördeki iddiasını göstermesi açısından çok önemli olduğunu kaydetti. Türkiye’nin daha önce firmalar bazında katılım gösterdiği fuara ilk kez milli katılım sağlandığını ifade eden Kızıltan, şöyle konuştu:
“Türkiye çipura ve levrek üretiminde Avrupa’da ikinci sıraya yükseldi. Avrupa pazarında iki yıl içinde Yunanistan’ı geçerek liderliğe yükselmeyi planlıyoruz. Ancak bu döneme kadar sektörün bu enönemli fuarını ihmal etmiştik. Geçen yıl ihracatımızla sektörde dikkatleri üzerimize çekmiştik. Bu fuarla, bu yükselişin yeni bir adımını atacağız. Dünyada Türk deniz ürünlerini marka haline getirmeliyiz. Fuarda yapacağımız tanıtım çalışmasıyla balıkta markalaşmanın ilk adımlarını atıyoruz.”
Kızıltan, fuarda yapılacak yeni bağlantılarla, ihracat artışının devam etmesini beklediklerini ifade etti. Türkiye geçen yıl, önceki yıla göre yüzde 23 artışla 174 milyon dolarlık deniz ürünleri ihracatı gerçekleştirmişti.

http://www.ntvmsnbc.com/news/312965.asp

Pazartesi, Mayıs 16, 2005

Ayağının tozu ile rakı - balık yaptı

Amerikalı tenisçi Venus Williams İstanbul'un tadını çıkarmayı da ihmal etmedi. Önceki akşam Ortaköy Park Fora Restaurant'ta WTA İstanbul Cup'ın sponsoru Garanti Koza Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kurtuluş ve İpek Şenoğlu ile yemekte buluşan Williams, gelir gelmez balık ve rakıyı tadarak İstanbul'u tanımaya çalıştı. Geç vakte kadar rakibi İpek Şenoğlu ile sohbet eden Williams, rakıyı çok beğendiğini belirtti. Venus Williams daha sonra Reina'ya gitti.

Öner ÖNGÜN
SABAH MAGAZİN

Cuma, Ekim 29, 2004

AKP’den rakılı seans

AKP, AB’den tarih alabilmek için her şeyi yapıyor. AKP şimdi de muhalif Hıristiyan Demokratları ikna edebilmek için boğazda rakı balık ziyafeti hazırlıyor. Hükümet, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik yolunda dönüm noktası olan 17 Aralık’taki zirve öncesinde iki aşamalı bir plan hazırladı. Buna göre, AKP kurmayları Türkiye muhalifi parlamenterleri yakın markaja alacak. AKP kurmayları, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan parlamenterlerin kafalarındaki soru işaretlerini Boğaz’da ‘rakı–balık’ ikram ederek gidermeye çalışacak.

AKP’den rakılı seans

AKP, AB’den tarih alabilmek için her şeyi yapıyor. AKP şimdi de muhalif Hıristiyan Demokratları ikna edebilmek için boğazda rakı balık ziyafeti hazırlıyor

Hükümet, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik yolunda dönüm noktası olan 17 Aralık’taki zirve öncesinde iki aşamalı bir plan hazırladı. Buna göre, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ilk Avrupa turunda olduğu gibi başbakan ve cumhurbaşkanları düzeyinde 15 Avrupa ülkesini ziyaret etmeyi planlarken, AKP kurmayları da Türkiye muhalifi parlamenterleri yakın markaja alacak. AKP kurmayları, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan parlamenterlerin kafalarındaki soru işaretlerini Boğaz’da ‘rakı–balık’ ikram ederek gidermeye çalışacak.

Rakı balıklı

terapi


Planın en önemli ayağını ise, Avrupa Parlamentosu’ndaki Türkiye karşıtı Hıristiyan Demokrat kökenli yüzlerce milletvekilinin Türkiye’ye getirilmesi oluşturuyor. Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Hıristiyan Demokrat parlamenterler, partiler halinde Türkiye’ye getirilip, İstanbul’da, Ankara’da ve Mardin gibi doğunun ilgi çeken illerinde ağırlanacak. Muhalif parlamenterlere, Boğaz’da ‘rakı–balık’ ikram edilerek, kafalarındaki soru işaretleri tek tek cevaplandırılacak.

http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?sayfa=anasayfa&haberno=5896&tarih=2004-10-29

Pazar, Ekim 05, 2003

Balıkla rakı olur da Tuğrul'suz tadı olmaz..

Bu hafta pazar pek tatsız..

Çünkü Tuğrul Şavkay artık yok..

1983 yılında Yankı dergisinde tanıştık.. O zaman yeme-içme yazıları yazmıyordu..

Aslında yazdıkları yemeğe dair, içkiye dair yazılar değildi..

Resmen kültür yazılarıydı..

Yaşamın ta kendisiydi.. Asık suratlı değil, güleryüzlü yazılardı onlar.. Yaşamın renklerini yansıtan, yaşamın küçük ayrıntılarına dikkat çeken rehber niteliğindeydi..

12 Eylül dönemi.. Siyaset yapması yasaklanan Altan Öymen gazeteciliğe döndü..

Cumhuriyet'te yeniden yazmaya başladı..

12 Eylül'ün generalleri 'Siyaset yazamaz' dedi..

Peki ne yazacak?

Öymen de gitti.. Enfes bir dizi yaptı..

Adana kebabı soğanlı mı olur, soğansız mı?

Kimi 'soğanlı' dedi, kimi şiddetle karşı çıktı.. Aradan 23 yıl geçti..

Tartışma bitmedi.. Adana kebabı yapıldığı sürece de bitmez..

Rakı-balık tartışmasının bitmeyeceği gibi..

1.5 yıl oldu.. Tuğrul Şavkay dedi ki

Balıkla rakı olmaz..

Niye?

Gerekçesi şu "Kılıç balığı ve palamut hariç, balığın zarif ve kırılgan bir eti vardır.. Yüksek alkollü ve anason tadının baskın olduğı rakı ile içilmez."

Başkası söylese pek dinlenmez, tartışılmazdı..

Gastronomi konusunda saygın bir yere sahip olan Şavkay söyleyince ortalık birbirine girdi..

İyi de oldu..

İçilir-içilmez tartışması damak zevkimize yeni ufuklar açtı..

O dönem tartışmaya ben de katıldım..

'Şavkay hem haklı hem haksız' dedim..

Yüzde elli elli..

"Yeni Rakı'nın bol anasonlu tadı diğer bütün tatları alıp götürüyor.. Dili-damağı çamur edip bırakıyor.. Tekirdağ ise biraz şekerli gibi.. O da uymuyor.. Ama Kulüp rakısı farklı.. Üçte bir oranında rakı, üçte iki oranında da su koyarsanız ideal bir balık içkisi olur" diye yazdım..

Yani orta yol bulmaya çalıştım..

Çok anladığımdan değil.. Herhalde balık-rakı-yeşil salata üçlüsüne kıyamadığım içindir..

Gençliğimizden beri Köprüaltı, Boğaz, Kavak, Fener denilince akla hep balık rakı geldiği içindir..

Çünkü benim için balık-rakı-salata .. Beşiktaş'ın muhteşem forveti Metin-Ali-Feyyaz gibidir..

Değişmemesi gereken üçlü..

Önce Murat Belge, ardından da Tuğrul Şavkay, yeme-içmenin bir kültür olduğunu öğrettiler..

'Yemek toplumsal bir olaydır' dediler..

Sofra adabından söz ettiler..

Yemek yemeyi, sofra kurmayı, yiyecek ve içecek seçmeyi şölene dönüştürdüler..

Bu pazar Tuğrul yok..

Benim hafızamda çok farklı bir yönüyle yaşayacak.. Divan Edebiyatı'nın hayranıydı.. Cağaloğlu'nda çalıştığımız yıllar.. Bab-ı Ali yokuşunu her çıkışta Fuzuli'nin, Nedim'in, Bâki'nin divanını alırdı..

Aynı kitabı en az on kere aldığına tanık oldum..

Ne mi yapıyordu?

Arkadaşlarına hediye ediyordu.. Unutulmasınlar diye..

MEHMET TEZKAN
SABAH

Pazartesi, Ocak 28, 2002

Rakıyla yenmeyen balık yakana yapışır!

Rakı ve şarap yasaları içki alemini sarsınca, asabı bozulan balığın hesabı da ahirete kaldı. 'Müthiş' senaryoyu okuyun ki görün
Mutlaka okumuş ya da duymuşsunuzdur. "Rakı mı yoksa şarap mı içilebilir sadece" muhabbetini. Ortalık şimdi sakinleşti gibi görünüyor. Demek ki bu "itiş kakış"ın toplayabileceği "rating" bu kadar idi...

Halbuki ben biraz daha çekiştirilir, hatta "fetva makamları", halkımızın ihtiyaç anında başvurabileceği "icazet servislerini" de organize ederler diye için için heveslenip, seviniyordum. Hani "Halka Hizmet, Hakka Hizmetdir" diyorlar ya, işte öyle: Örneğin Alo Rakı, Alo Şarap; açıyor, soruyorsunuz: "Bizim komşular vatoz yakalamışlar, hangi Chateau ve Vintage uygundur?" ya da "Tekirdağ içtim. Ne dersiniz 'Yeni' daha mı çok uyardı, yoksa 'İmport' mu denemeli idim?" İşte bu ve benzer haller için, yeter ki kimsecikler bir yanlış yapmasın diye "taraflar" mevzilenmeli idiler. Neyse, başka bir bahara!

Söylenen onca sözden, kim kime söyledi, gerçekten hatırlamıyorum, fakat sözü harfi harfine biliyorum, hatrımda şu kalıvermiş: "O rakı ile yenilmez dediğin balık ahirette senin yakana yapışır, bilesin!"

Bu ne sinematografik bir sahnedir, lütfen bir an gözünüzü kapatıp hayal edin. O benim ne yazık ki kim olduğunu hatırlayamadığım "muhatabın" yakasına yapışmış makul büyüklükte bir balık, diyeceğini diyor...

Kibar olduğunu bildiğimiz muhatap, 'fikrim değişmedi, hayır' manasına gelebilecek bir yüz ifadesi ile balığı sashimi niyetine sake ile çiğ çiğ yutuyor... Bu film için benim rejisör adaylarım da var. Zaten o tarafta da böyle bir konu kollamakta olan Bunuel ve Hitchcock var.

Eğer Atilla Dorsay da uygun görürse film "hafif gergin bir absürdlükte" olsun diyorum. Filmin kostümlerini danışmak için ise benim gönlümden geçen; "muhatab" artık her türlü nakıs zayıflama teşebbüsünü bir kenara bıraktığı veche, bir Sumo Güreşçisi tercihi ve Akira Kurosawa...

Sumo güreşçisi kreasyonundaki giysisi ile operaya çok meraklı olduğunu varsaydığımız muhatap "Zu Hilfe! Zu Hilfe" aryasını söylemeye başlar. Bu da nereden icap etti derseniz, sadece kahramanımızın ayakları altında uzanan suya bakmanız kafi gelecektir.

Gölden kafalarını çıkarmış yüzlerce orkinostan oluşan koro, kahramanımıza Wolfgang Amadeus Mozart'ın Sihirli Flüt Operası'ndan bir arya mırıldanmaktadır: "O İsis und Osiris..."

Şunu da bilin ki senaryo üzerindeki çalışmalarımı sürdürüyorum.

HAMSİ İSMAİL TÜRÜT'SÜZ, SHAKİRA'YLA DA PİŞER

* tarafı da denizlerle çevrili topraklarda yaşadığını sık sık unutan aziz milletimiz denizi ulaşım için de, beslenmek için de kullanmaz. Sadece yeni doğmuş çocuğuna ne isim vermeli diye kıvrandığı sırada hatırlar. Mütereddit kalıp, kızına da oğluna da Deniz dediği olur. Belki de deniz söz konusu olduğunda tek doğru yaptığı da budur. Çünkü deniz nimettir. Örneğin denizden beslenmek daha sıhhatlidir. Ve daha ucuz da olabilir. Hamsiyi unutmayın.

Balığın bollaştığı bir mevsime giriyoruz. Demiyorum ki illa da gidip "Dil" ya da "Kalkan" yemeliyiz. Lezzet sadece bunlarda değil ki! Yöresel, geleneksel yemeklerimiz var. Bunları biraz yaratıcılıkla güncelleştirmeyi deneyebilir, genç kuşakları da elde edebilirsiniz. Unutmayın fast food köftecileri onları elde etmek için sürekli çalışıyorlar. Siz de boş durmamalısınız.

Hamsinin ızgarası, tavası, buğulaması, haşlaması, mısırlı ekmeği, pilavı her şeyi var. Bütün aileyi yapıştıracak bir lezzet zamkını ne denli ucuza mal ettiğinizi şaşırarak göreceksiniz.

Hamsi ile aklınıza ne geliyorsa sıra ile pişirin illa İsmail Türüt eşliğinde olması şart değil, "new generation" Shakira istiyorsa, emin olun hamsi için farketmez.

Şefin Tabağı

Fırında pazılı hamsi: Hamsili Kaygana

* 1 kg hamsi t 1 bağ pazı t 8 yumurta t 100 gr mısır unu t 1 çay kaşığı karabiber t 2 çay kaşığı tuz t 2 çay kaşığı tarçın t 25 gr zeytinyağı

Hazırlanışı: Hamsileri yıkayıp tuzlayarak 30 dak. dinlendirin. Pazı yapraklarını kaynatılmış suya atarak, 3 dakika tutup çıkarın. Hamsileri doğrayın, pazıları da kıyın. Yumurtayı az tuz ile karıştırın. Fırın tepsisin yağlayıp, tüm karışımı dökün. 180 derece fırında 15 dak. pişirin. Çıkarmadan 3 dakika önce tarçın serpin.

Bu hafta hem Divan, hem de Asitane'de özel bir mönü var: Balık konulu. Asitane'de Osmanlı Mutfağı Deniz Ürünleri servis olunuyor. Ben Edirnekapı'daki lokantanın aşçısı Raşit Özdemir'den bir Hamsili Kaygana sordum.

Esad Göksel
Sabah

http://arsiv.sabah.com.tr/2002/01/28/esad_goksel.html